Salı, Mayıs 31, 2011

Kese Kağıdı

Evet, kese kağıdı. Adeta bir sihir. Adeta bir imdat çekici. Adeta bir gelmiş geçmiş en lüzumlu icat. Adeta bir beni baştan yarat. Adeta bir insanoğlunun gerektiği saygıyı göstermediği obje. Adeta bir tanrının ortaya koyduğu saçmalığı kapatan rererö. Adeta bir ki üç dört, işte o mucizevi durumlar...










Ve işte kese kağıdı olmasaydı ne yapardık'lar, madalyonun hiç görmek istemediğimiz diğer yüzü...











Pazartesi, Mayıs 30, 2011

Kurt Wenner Geliyomuş?!

1 haziranda Vestel firmasının tv tanıtımı için mi ne Türkiye'ye gelicekmiş. Şimdi sorum şu, %99 ihtimalle bu yazı siklenmicek olsa da, İstanbul'da herhangi bi yere çizim yapıcak mı? Yoksa sadece reklam amaçlı bi mevzu mu? Ki öyleyse vah Vestel, vah amk...

Diziler ve Ben


Hayatım boyunca televizyondan ve dolayısıyla dizilerden pek hazzetmedim. Yeni dönemdeki trendlerden olan yabancı dizi izleme furyasına da -sanırım- bu sebeple anlam verememekteydim. Bi Ezel'i izliyorum o da baydı artık, bitse de gitsek havasındayım. İnternetsiz geçirdiğim yaklaşık 1 hafta süresince evde yapıcak bişi bulamayınca harddiskimin tozlu byte'ları arasında Weeds'i buldum. Ulan hadi izliyim dedim. Bu arada Weeds ve Fringe dizileri için sürekli sosyal bi baskı vardı üzerimde, tam benlik dizi oldukları ve hala nasıl izlememiş olduğuma inanamayan belirteçlerle dolu... Velhasıl başladım izlemeye. Ulan bir sardı koduum dizisi. Mary-Louise Parker (bkz. başrol) taş! Konu gayet eğlenceli. Arada geçen zencilerin muhabbetlerine zaten yıllardır tavım. E daha nolsun amk?! Burdan aylardır (belki yıllardır) "olm Weeds izle lan!" diye üzerimde baskı kurmaya çalışan herkesten o an zerre siklemediğim için özür diliyorum. 2 günde 2 sezon bitirmiş bulunmaktayım. En yakın zamanda da diğer sezonları izleyip Fringe'e başlıcam. Bu da böyle bi anımdı. Bye.

Cumartesi, Mayıs 28, 2011

Eti Bumbo



Eskiden sürekli yerdim bundan. Hala var mı? Son 1 haftadır her girdiğim bakkala/markete sorup duruyorum. Yakın zamanda varlığına şahit olanınız?

Yine Nihat Doğan'dan Geliyor

Ebru Destan'ın elenirken okuduğu Tahir'le Zühre Meselesi (bkz. Nazım Hikmet Ran) şiirini "ben elmayı sevdim, elma beni sevmedi" şeklinde özetleyen Nihat abimize saygılar.

Bye Bye Gözlük

Kim hareket halindeki arabanın dikiz aynasını silerken güneş gözlüğünü rüzgar etkisiyle düşürmek gibi bi mallık yapmıştır? Ben.

Perşembe, Mayıs 26, 2011

Şiir

Yıllardır bilgisayarımda bulunan, nerden bulduğumu hatırlayamadığım şu lirik şiiri sizle paylaşayım dedim. Şiir 70 yaşındaki bi amcamızın ağzından ufaklığına (bkz. eski dostuna) yazılmıştır...

Hemen kalkacak gibi fiyakalı dursan da
Ebedi bir uykuya dalmışsın eski dostum.
Yastıkları koltuğa destek edip kalksan da
Artık güçsüz, takatsiz kalmışsın eski dostum.

Bir zamanlar başını dik tutardın at gibi
Gökdelen binalarda 30. kat gibi
Durmadan çalışırken rakkasli saat gibi
Şimdi üçün biri kalmışsın eski dostum.

Sağlığında, ben hep senin aklına uyardım
Kendim üşüsem bile seni sıcak yere koyardım
Dantelli külotları senin için soyardım
Üzgünüm, son düdüğü çalmışsın eski dostum.

Süt gibi bacakları kaldırırken havaya
Şimdi takat kalmamış zıplayıp oynamaya
Haline her bakışta başlarım kahkahaya
Gözünden malum yaşlar gelmiyor eski dostum

Açtığın bacaklarin sayısını unuttum
Kısmetsiz günlerinde ellerimle avuttum
Bazen keltoş başını okşayarak uyuttum
Tedavülde kalmayan pulmuşsun eski dostum.

Zevkini sen yaşadın işlenen günahların
Senin yerine hesap verecek benim yarın
Hiç cacığı olur mu pörsümüş bir hıyarın
Böyle sakin durmaktan gayen ne eski dostum.

Kim demiş eski dostlar düşman olmazmış diye
Doğruysa, senin beni mahçup edişin niye
İşemek olmasaydı yedirirdim kediye
Ben sana şimdi niye hammalım eski dostum.

Bi de şunları dinlemeyenleri dövüyolarmış diye bi söylenti var: 1, 2.

Pazartesi, Mayıs 23, 2011

Çare Hitler


NOT: Seçimde oy kazanmak için fakir halka bedava sabun dağıtımı yapılacaktır.

Pazar, Mayıs 22, 2011

Bir Türkiye Gerçeği


Nihat Doğan mode: ON
Zenginin malı, züğürdün çenesini yorarmış. Tek sancak altında birleşip aylardır çenenizi boşuna yordunuz be canlarım. Tez vakitte susmanız dileklerimle öptm kib aeo by.
Nihat Doğan mode: OFF

Burası Survivor!

Rica ediyorum bu yarışmanın asıl amacı bir gece vakti herkesi Türkiye'ye yollayıp Nihat Doğan'ı orda bırakmak olsun...

Çarşamba, Mayıs 18, 2011

Hotel 626

Hala oynamadıysanız/duymadıysanız, böyle bi oyun var. Belli saatlerde girilebiliyo, ona göre. Tık.

Dipçik: Kalbi olanlar, 13 yaş altında olanlar, kakası gelenler oynamasın. Sıç, öyle oyna. Sıçmaya teşvik edici oyun. Gerilimli azcık..

Cumartesi, Mayıs 14, 2011

Nerdesin Usta Miyagi?

Küçükken, yani henüz ilkokula giden bi veletken vurdulu-kırdılı filmlere bayılırdım. Karate Kid, Van Damme filmleri benden sorulurdu. Heh işte o her dövüşlü filmde bir usta olurdu dövüş sanatlarının amına koymuş olan. Yontulmamış elemanımızı güzelce eğitirdi. Genelde Uzakdoğulu olurdu bu ustalar. Eğitimi alınca kral kesilirdi bizimki. Başlardı herkesin amına koymaya. Final sahnesinde de filmin en taşaklı adamıyla dövüşürdü. Önce sağlam bi dayak yerdi, direnmeye çalışsa da tutunamazdı. Sonra bi sahnede yere yığılır, seyircilerin "vay amk, anasını siktiler herifin" bakışları arasından ustasını bulanıklaşmış görme duyusuyla seçerdi zor bela. Müziğin ritmi düşer, kalabalığın sesleri azalır, insanlar blur efekti yer (usta hariç tabii), elemanla ustası arasında romantikli bi bakışma, kesişme gerçekleşirdi. Sanarsın ki birazdan kavgayı bırakıp başlıcaklar sevişmeye ustayla. Hayatında hatunlarla öyle kesişmemiştir. Sonra o bakışmanın verdiği ılıklıkla ayağa kalkıp anasını sikerdi lavuğun. Ulan ne gaza gelirdim beeeee!!! Sonra reelde, sokakta kavga ederken, dayak yiyo olduğum zamanlarda o bakışı atıcak bi usta arardım. Olmazdı tabii. Haliyle yine dayak yemeye devam ederdim. Bi ustam olsaydı, dayak yemezdim ulan, aaah ah! Dövdüğümde de kutlıcak, kollarını açıp beni huzurlu bi şekilde kucaklıcak usta arar, gene bulamazdım. Çocukluğumun travmalarından :/

Çarşamba, Mayıs 11, 2011

Hop Dedik

* Daha önce de bu bloğun bi yerlerinde Lounge ve FG radyolarının düzenlediği festival/konserler için ağladıydım, gene ağlıyorum! Ulan hepi-topu senenin 52 haftasının 8 haftasında sınav dönemim oluyo. Ama nasıl yapıyosanız, sürekli sınav haftası içinde bi etkinlik peşindesiniz. Taşak mı geçiyosunuz amk?!

* Tatil yaptım geldim ben. Mayısta ilk defa tatil yapıyorum. Hani böyle anahaber bültenlerinde şu sıralar "İstanbul'da kar-kış-kıyamet yaşanırken bazı vatandaşlarımız Akdeniz sahillerinde, Antalya'da denize giriyor" diye bi habere rastladıysanız o vatandaş benim işte. Bi de dün dışarı çıktım, yanığım falan. Millet daha güneş yüzü görmemiş daha. Çok garip bi duygu. Tatil pek eğlenceli değildi. Daha doğrusu pek aktivite bulunmamaktaymış Olimpos'ta bunu anlamış olduk. Kendin-Pişir-Kendin-Eğlen tipinde. Deniz baya iyiydi. Kaldığımız yer de verdiğimiz para düşünülünce normal, zira gayet ucuza kapattık tatili asdkjghklasjhdlgsadg. Eğlence işini de yaratmakta pek sıkıntı çeken insanlar değiliz sanırım ki işte Brezilya futbol milli takımının yeni transferleri Burakinho, Sam De Souza ve Çaçaleita'nın imzayı attıktan sonra Rio De Janeiro sahillerinde çekilmiş fotosu!:

Ayaktakiler: Sam De Souza, Çaçaleita.
Oturanlar: Burakinho

* Geçtiğimiz yıl İstanbul-Konya arası tren yolculuğu yaptıktan sonra hiç uzun yolculuk adamı olmadığımı sezmiştim. Bursa-Antalya arası kanıtlanmış oldu. Hele o rahatsız otobüs ve koltuklarla bu perçinlendi. Sinir krizi geçirdim hele bi de sık mola vermeyince, uyumayı başaramayan ben için o sigara kriziyle birleşince sinir krizi, pek hoş anlar yaşanmıyomuş bunu da anlamış oldum:D

* Püskevit mevzusunu bi süre umursamasam da ne olduğunu bugün itibariyle araştırdım. Bahçeli, gene ne yapıp etmiş rezil etmeyi başarmış kendini. İstikrarından ötürü kutlarım. Sen de olmasan gülemicez reyiz. Eric Cartman ve Stewie Griffin'in dublajlandığı videoları izlemenizi öneriyorum, eğer hala izlemediyseniz tabii ki siz sevgili dinazorlar...

Çarşamba, Mayıs 04, 2011

Kabuslarım ve Ben

Dün sabah (sabah dediysem o kadar da sabah değil, öğlen 3 suları) leş gibi terle ve sıkışmış bi kalple uyandım. Sebebi biraz önce yarıda kesilen rüyaydı tabii ki. Felaket halde içim darlanmış ama rüya esnasında. Bu yüzden bi daha Ezel izlemeyebilirim. Zira rüyamın Cast'i Ezel oyuncularından oluşmaktaydı. Neyse efenim, rüyaya geçiyoruz...

Mekan İstanbul'daki evimin odası. Minderlerimin üstüne yayılmışım, bilgisayardan bişeyler izliyorum ama inanılmaz mutluyum. Mutluluğun kaynağını, biraz sonra içeri giren 8-9 tane taş ötesi, kıyafet olarak seçimlerini jartiyerden yana kullanmış hatun belirince anlamış oldum. Böyle çok acaip bi atmosfer var ortamda.. Bu 8-9 kişiden 2'si eski sevgililerim. Baya large takılıyoruz. Biri yanaşıyo, yok senle daha yeni seviştim diyip diğerini gösteriyorum, diğerleri onu alkışlıyo falan... Cennet dedikleri yer böyle bişi olsa gerek. Neyse efenim buraya kadar herşey hoş, güzel. Sonra kapıda Ezel dizisindeki Kerpeten Ali beliriyo. Vaaay şekle bak falan gibi laflar ediyo hatunları görünce. Ben de felaket rahatım, "yaaa kerpeten abicim, kaçtır diyorum gelmiyosun. bak neler kaçırdın bu zamana kadar" diyip şeklimi koyuyorum:D Neyse efendim gırgır şamata derken bi anda hatunlardan bitanesi Ezel'e dönüşüyo :S Direk boğazına sarılıyoruz Ali'yle.. Başlıyoruz hırpalamaya herifi. Ali çekiyo silahını, vurcak ama eli titriyo. Ben gaza getiriyorum, "bu orospu çocuğu yüzünden Berk öldü ulan!" diyorum. Berk dediğim de yakın bi arkadaşımın yakın bi arkadaşı (Burdan Gülbağ'a selamlar! :D). Ne alaka amk?! Berk-Ben-Kerpeten Ali kankaymışız. Vay anasını... Velhasıl bakıyorum hala kerpeten titrek, "Ulan Bahar da bunun yüzünden ölmedi mi?!" diyip can evinden vuruyorum Ali'yi. Bahar, bildiğiniz, yahut bilmediğiniz, Ezel dizisindeki Ali'nin büyük aşkı efendim. Yani öyleydi, nalları dikmeden önce. Bu tabi Bahar'ın ismini duyunca kurşun manyağı (yavaştan kurtlar vadisi terimlerini de öğreniyorum) ediyo. Sonra da bi sik olmamış gibi camdan aşşa atıyoruz Ezel'i. Sonra yine takılmaca. Feci mutluyuz, kıskançlıktan, kibirden uzak ortamımızda takılmaya aynen devam. Bi süre sonra, camda gene siktiğim Ezel'i beliriyo. Baya böyle göğüs hizası camın mermerine denk gelcek seviyede, camın dışına büstü dikilmiş gibi bilgisayara bakıyo. "Lan ölmedin mi sen" diye bağırıyorum, siklemiyo.. Bi anda korkudan altımıza sıçıcak moda geçiyoruz tüm ahali. Hatunlar kaçışıyo falan. Ali "artık ben öldüremem onu, sen öldür diyo". O gazla sarılıyorum silaha ateş ediyorum. küt diye düşüyo. Yani ben öyle görüyorum. Kontrol etmek için camı açınca farkediyorum ki tek eliyle cama tutunmuş, düştü düşücek... Birkaç el daha ateş ediyorum, o sırada silahın ucuna tutunuyo. Silahı bırakıp aşağı düşüşünü seyrediyorum. Sonra bir korku basıyo beni... Ulan diyorum şu ortamı bırakıp hapishane köşelerinde çürücem. Bir darlanıyorum, nefes alamaz hale geliyorum. Sürekli beynimin içinde, "dünyanın en mutlu insanıyken, mapuslarda çürüceeeem!" diye çığlıklar duyuyorum. Sonra uyandım işte. Zar-zor nefes alır halde... Vay arkadaş dedim yaaa. Nasıl işlemiş bilinçaltıma toynağını siktiğim dizisi. Silahlar falan, nooluyoruz amk:D Bitti, bu kadar.